Vildan Atasever: Kürtçe öğreniyor olmam neden bu kadar garipsendi?
Vildan Atasever: Kürtçe öğreniyor olmam neden bu kadar garipsendi?
Erdan Kıral’ın yönettiği ‘Gece’ filminde, 90’larda İzmir’e göç etmek zorunda kalmış paramparça bir Kürt ailesini ayakta tutmaya çalışan Gülcan’ı canlandıran Vildan Atasever, “Senaryoyu okuyunca önce tosladım. Çok sorularım vardı. Araştırdım. Karakterin derinliklerine inince başka gerçeklerle yüzleştim” diyor.
‘Gece’, Nurgül Yeşilçay filmi gibi gözüküyor ama siz de kilit bir roldesiniz. Gülcan, anne ve tüm kardeşlerle bağlantısı olan tek kişi hikayede. Filmografinizde nereye koyarsınız Gülcan’ı, en olanaklı rollerinizden biri mi?
Filmografimde nereye koyarım, onu zaman belirleyecek. Ama Gülcan karakterinin beni götürdüğü yer çok derin. Doğruya bakış açısı değişir, herkesin doğrusu başkadır ama gerçek tektir. Bu hikaye Erden (Kıral) hocanın doğrusuydu ve Nurgül’le (Yeşilçay) birlikte oluşturdular bu hikayeyi. Hikayeyi ilk okuduğum zaman bende çok soru işaretleri oluşturdu. Hikayeyle, senaryoyla çok kavga ettim. Çok düşündüm. sonrasında beni başka gerçeklere götürdü.
Filmde son derece dramatik, zor sahneleriniz var. Hepsinin altından da başarıyla kalktığınızı düşünüyorum. Zorlanmadınız mı o sahnelerde?
Sette zorlanmadım. Senaryoya kavga etmeye başladığımda verdim bu mücadeleyi. Setten önce kendi içimde çok tartıştım. Bir insan vasisi olduğu abisinin ölüme gidişini göz göre göre nasıl kabul eder? Ablası pavyonda çalışıyor, baba gitmiş, anne yalnız... Abiler zaten ölmüş, peki Gülcan bundan sonra ne olacak? Gülcan’la o kadar doldurmuştum ki kendimi, hazırdım zaten, sette zorlanmadım. Benim sahnelerimde hiç tekrar istemedi Erden hoca? Sette ben yoktum aslında! Kamera hazır dendiğinde karşısına geçip başladım. Dedim ya Gülcan’ı araştırırken bir sürü gerçekle yüzleştim, bir sürü hikayeyle karşılaştım. Gönül isterdi ki o hikayeleri de anlatabilelim.
Erden Kıral, 70’lerden bu yana hala faal bir şekilde film üretmeye devam usta bir sinemacı, onunla çalışmak nasıldı, nasıl olanaklar sundu size?
Bir kere yaklaşık 40 yıldır neredeyse sinemanın her dönemini görmüş, Yılmaz Güney gibi birisinin asistanlığını yapmış bir yönetmenle çalışıyorsunuz. Sinemaya gönül veren, “Sette ölmek istiyorum” diyen biri. Usta. Onun setinde bulunmak bile benim için müthiş bir tecrübe. Filminde çalışmak dışında onunla oturup sinemayla ilgili tecrübelerini konuşmak, “Erden Kıral’la çalıştım” diyebilmek bile yeter. Hala 35 mm filan çektiğini sanıyor (Gülüyor), “Çabuk çabuk” diyor. Acayip bir enerjisi var.
Peki Nurgül Yeşilçay gibi güçlü bir oyuncuyla çalışmak...
Nurgül’le oturup konuştuğunuzda paylaşımcı biri olduğunu, birlikte güzel şeyler yapmak isteyen biri olduğunu görüyorsunuz zaten. Çalışırken de gerçekten filmdeki abla-kardeş gibi olduk. Enerjimizin bu kadar uyuşacağını düşünmemiştim. Nurgül Yeşilçay, aynı zamanda filmin yapım tasarımcısı ve hikayede de parmağı var. Bu sete nasıl yansıdı?
Çok sahiplendi. Bizim sahnelerimizde bile Nurgül’ü görebiliyordun sette.
Geçen hafta ‘Vildan Atasever Kürtçe kursuna gidiyor’ haberleri çıktı her yerde...
Kursa gitmiyorum, kendi kendime öğrenmeye çalışıyorum. Neden bu kadar ilgi gördü anlamış değilim. Kürtçe bir filmde oynarım diye değil, ben kendi coğrafyamın dillerini merak ediyorum. Bu filmde de birkaç yerde Kürtçe konuşuyorum. Bunu Erden hocaya rica edip ekleyen de benim. Lazcayı da merak ediyorum mesela. Aborijin dili öğreniyorum desem bu kadar garip karşılanmazdı ama Kürtçe öğreniyorum deyince garip karşılandı. Ben 1 yaşında Diyarbakır’da açtım gözümü. 5 yaşına kadar da oradaydım. Kendi ülkemin dili, neden bu kadar şaşırıyorsunuz...
“Derdi olan işlerde oynamak istiyorum, işimi yapmak istiyorum” diyorsunuz. Derdi olan işler az mı geliyor, memnun musunuz halinizden bir oyuncu olarak?
İşte ‘Gece’ diye bir film çektik. Çok şükür. Türkiye sinemasının 100. yılında, 72 yaşında Erden Kıral gibi bir ustayla bu tecrübeyi yaşamak, bu kadar paylaşmayı seven bir oyuncu kadrosuyla, Nur Sürer’le, Nurgül’le Hakan’la (Yufkacıgil), Mert’le (Fırat) Teoman’la (Kumbaracıbaşı) böyle bir işin içinde olmak müthiş keyifti. Memnunum. Bundan sonraki işlere de bakacağız artık, nasıl olacak bilmiyorum.
İlk filminizle (İki Genç Kız) Altın Portakal’da en iyi kadın oyuncu seçilmek geriye dönüp baktığınızda nasıl yansıdı kariyerinize? Çok işinize yaradı mı?
O zaman çok senaryo okumamı sağladı. Zaten o dönem Zeki Demirkubuz’la ‘Kader’ filmi için çalışıyordum. Bu yaptığımız işin Nuri Bilge Ceylan’ın, Ferzan Özpetek’in, Yılmaz Erdoğan’ın olduğu bir jüri tarafından tescillenmesiydi. Doğal olarak ilk filmimde bu kadar saygı duyduğum insanlardan ödül almak doğal olarak insanı onurlandırıyor. Mesleğinizde daha umutlu olmanızı sağlıyor. Fakat bu yaptığım o işe, o karaktere verilmiş bir ödüldü. Devamı önemliydi benim için.
Sizin reddettiğiniz ve başka bir oyuncunun oynayıp alıp yürüdüğü, pişmanlık yaşadığınız bir rol var mı?
Olmuştur belki ama o da onun kısmeti oluyor. Ben benim inandığımın peşindeyim. ‘Gece’ öyleydi. Gülcan ailesinin umudu, başka türlü olma, okuma isteği var. Neyle karşılaşırsa karşılaşsın hayattan vazgeçmeyen bir karakter. Gerçeklerle yüzleştiğinde onlara sarılıp, bir arada tutmak isteyen bir karakter… O evin küçük kızı büyüyor ve ailesine o sarılıyor artık. Bir de en çok hoşuma giden tarafı ‘Gece’nin kadın tarafında duran bir film olması. Sinemada çok azdır böyle. Aile için bir şeyler yapma gücünde olan erkekler sadece konuşuyorlar, filmdeki kadınlar ya yalnız ya da sömürülüyorlar.
Paranızı ödemediği için ‘Osmanlı Tokatı’nın yapımcısıyla mahkemelik oldunuz. Bunu da dillendirmekten çekinmediniz. Sizin durumunuzda birçok oyuncu var ama susuyorlar. Başka yapımcılar sizin bu tutumunuzdan çekinip size rol vermeyebilirler.
Meslek hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum bütün yapımcıları aynı kefeye koyamayız. Bugün çok başarılı işler izliyoruz. her ne kadar kısa süreli olanları da olsa… Ve dizi yapmaya devam edeceğim. Eğer sette çalışan ışıkçısının, yönetmeninin, çaycısının, kostümcüsünün, kuaförünün, makyözünün, görüntü yönetmeninin emeğinin karşılığını ödemeyecekse orada yapımcılık yok başka bir şey var zaten. Ama işte benim gibi ses çıkarsan da olmuyor, çıkarmasan da olmuyor...
Hangi oyuncuyla konuşsak dizilerdeki bu durumlardan dertli… Ama para da oradan geldiği için tepki gösteremiyorlar. Bir çıkışsızlık durumu var...
Öyle gerçekten. Bu bir geçiş dönemi fakat bugün dizilerimizin dünyanın birçok ülkesinde takip edilir olduğunu ve konuşulduğunu göz ardı edemeyiz… Ben de iyi anlatılan bir hikayede olmak istiyorum.
Sinemadan kazanamıyorsunuz...
Kazananamamak kısmı değil, o çok sonradan gelen bir şey. İyi bir filmin size yaşattığı duygu hiçbir maddi değerle ölçülemez. Yani Gülcan’ın bana kazandırdıklarını hiçbir maddi değerle ölçemem. Ama televizyonda da işini iyi yapman gerekiyor, sadece para kazanmak için bir işe giremezsin. Çünkü oyunculuk duygularınla, kendinden verdiğin bir şey... İnanmadığın bir şeyde oynarsan sömürürsün kendini. Bu mesleğe de saygısızlıktır. Ölürsün abi... Düşünsene inanmadığın bir şeyi 36 bölüm boyunca yaptığını. Bunu düşünmek bile istemiyorum.
Oluşturulma Tarihi: 24 Kasım 2014, Pazartesi 18:16
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Vildan Atasever: Kürtçe öğreniyor olmam neden bu kadar garipsendi?
Erdan Kıral’ın yönettiği ‘Gece’ filminde, 90’larda İzmir’e göç etmek zorunda kalmış paramparça bir Kürt ailesini ayakta tutmaya çalışan Gülcan’ı canlandıran Vildan Atasever, “Senaryoyu okuyunca önce tosladım. Çok sorularım vardı. Araştırdım. Karakterin derinliklerine inince başka gerçeklerle yüzleştim” diyor.
‘Gece’, Nurgül Yeşilçay filmi gibi gözüküyor ama siz de kilit bir roldesiniz. Gülcan, anne ve tüm kardeşlerle bağlantısı olan tek kişi hikayede. Filmografinizde nereye koyarsınız Gülcan’ı, en olanaklı rollerinizden biri mi? Filmografimde nereye koyarım, onu zaman belirleyecek. Ama Gülcan karakterinin beni götürdüğü yer çok derin. Doğruya bakış açısı değişir, herkesin doğrusu başkadır ama gerçek tektir. Bu hikaye Erden (Kıral) hocanın doğrusuydu ve Nurgül’le (Yeşilçay) birlikte oluşturdular bu hikayeyi. Hikayeyi ilk okuduğum zaman bende çok soru işaretleri oluşturdu. Hikayeyle, senaryoyla çok kavga ettim. Çok düşündüm. sonrasında beni başka gerçeklere götürdü.
Filmde son derece dramatik, zor sahneleriniz var. Hepsinin altından da başarıyla kalktığınızı düşünüyorum. Zorlanmadınız mı o sahnelerde? Sette zorlanmadım. Senaryoya kavga etmeye başladığımda verdim bu mücadeleyi. Setten önce kendi içimde çok tartıştım. Bir insan vasisi olduğu abisinin ölüme gidişini göz göre göre nasıl kabul eder? Ablası pavyonda çalışıyor, baba gitmiş, anne yalnız... Abiler zaten ölmüş, peki Gülcan bundan sonra ne olacak? Gülcan’la o kadar doldurmuştum ki kendimi, hazırdım zaten, sette zorlanmadım. Benim sahnelerimde hiç tekrar istemedi Erden hoca? Sette ben yoktum aslında! Kamera hazır dendiğinde karşısına geçip başladım. Dedim ya Gülcan’ı araştırırken bir sürü gerçekle yüzleştim, bir sürü hikayeyle karşılaştım. Gönül isterdi ki o hikayeleri de anlatabilelim.
Erden Kıral, 70’lerden bu yana hala faal bir şekilde film üretmeye devam usta bir sinemacı, onunla çalışmak nasıldı, nasıl olanaklar sundu size? Bir kere yaklaşık 40 yıldır neredeyse sinemanın her dönemini görmüş, Yılmaz Güney gibi birisinin asistanlığını yapmış bir yönetmenle çalışıyorsunuz. Sinemaya gönül veren, “Sette ölmek istiyorum” diyen biri. Usta. Onun setinde bulunmak bile benim için müthiş bir tecrübe. Filminde çalışmak dışında onunla oturup sinemayla ilgili tecrübelerini konuşmak, “Erden Kıral’la çalıştım” diyebilmek bile yeter. Hala 35 mm filan çektiğini sanıyor (Gülüyor), “Çabuk çabuk” diyor. Acayip bir enerjisi var.
Peki Nurgül Yeşilçay gibi güçlü bir oyuncuyla çalışmak... Nurgül’le oturup konuştuğunuzda paylaşımcı biri olduğunu, birlikte güzel şeyler yapmak isteyen biri olduğunu görüyorsunuz zaten. Çalışırken de gerçekten filmdeki abla-kardeş gibi olduk. Enerjimizin bu kadar uyuşacağını düşünmemiştim. Nurgül Yeşilçay, aynı zamanda filmin yapım tasarımcısı ve hikayede de parmağı var. Bu sete nasıl yansıdı? Çok sahiplendi. Bizim sahnelerimizde bile Nurgül’ü görebiliyordun sette.
Geçen hafta ‘Vildan Atasever Kürtçe kursuna gidiyor’ haberleri çıktı her yerde... Kursa gitmiyorum, kendi kendime öğrenmeye çalışıyorum. Neden bu kadar ilgi gördü anlamış değilim. Kürtçe bir filmde oynarım diye değil, ben kendi coğrafyamın dillerini merak ediyorum. Bu filmde de birkaç yerde Kürtçe konuşuyorum. Bunu Erden hocaya rica edip ekleyen de benim. Lazcayı da merak ediyorum mesela. Aborijin dili öğreniyorum desem bu kadar garip karşılanmazdı ama Kürtçe öğreniyorum deyince garip karşılandı. Ben 1 yaşında Diyarbakır’da açtım gözümü. 5 yaşına kadar da oradaydım. Kendi ülkemin dili, neden bu kadar şaşırıyorsunuz...
“Derdi olan işlerde oynamak istiyorum, işimi yapmak istiyorum” diyorsunuz. Derdi olan işler az mı geliyor, memnun musunuz halinizden bir oyuncu olarak? İşte ‘Gece’ diye bir film çektik. Çok şükür. Türkiye sinemasının 100. yılında, 72 yaşında Erden Kıral gibi bir ustayla bu tecrübeyi yaşamak, bu kadar paylaşmayı seven bir oyuncu kadrosuyla, Nur Sürer’le, Nurgül’le Hakan’la (Yufkacıgil), Mert’le (Fırat) Teoman’la (Kumbaracıbaşı) böyle bir işin içinde olmak müthiş keyifti. Memnunum. Bundan sonraki işlere de bakacağız artık, nasıl olacak bilmiyorum.
İlk filminizle (İki Genç Kız) Altın Portakal’da en iyi kadın oyuncu seçilmek geriye dönüp baktığınızda nasıl yansıdı kariyerinize? Çok işinize yaradı mı? O zaman çok senaryo okumamı sağladı. Zaten o dönem Zeki Demirkubuz’la ‘Kader’ filmi için çalışıyordum. Bu yaptığımız işin Nuri Bilge Ceylan’ın, Ferzan Özpetek’in, Yılmaz Erdoğan’ın olduğu bir jüri tarafından tescillenmesiydi. Doğal olarak ilk filmimde bu kadar saygı duyduğum insanlardan ödül almak doğal olarak insanı onurlandırıyor. Mesleğinizde daha umutlu olmanızı sağlıyor. Fakat bu yaptığım o işe, o karaktere verilmiş bir ödüldü. Devamı önemliydi benim için.
Sizin reddettiğiniz ve başka bir oyuncunun oynayıp alıp yürüdüğü, pişmanlık yaşadığınız bir rol var mı? Olmuştur belki ama o da onun kısmeti oluyor. Ben benim inandığımın peşindeyim. ‘Gece’ öyleydi. Gülcan ailesinin umudu, başka türlü olma, okuma isteği var. Neyle karşılaşırsa karşılaşsın hayattan vazgeçmeyen bir karakter. Gerçeklerle yüzleştiğinde onlara sarılıp, bir arada tutmak isteyen bir karakter… O evin küçük kızı büyüyor ve ailesine o sarılıyor artık. Bir de en çok hoşuma giden tarafı ‘Gece’nin kadın tarafında duran bir film olması. Sinemada çok azdır böyle. Aile için bir şeyler yapma gücünde olan erkekler sadece konuşuyorlar, filmdeki kadınlar ya yalnız ya da sömürülüyorlar.
Paranızı ödemediği için ‘Osmanlı Tokatı’nın yapımcısıyla mahkemelik oldunuz. Bunu da dillendirmekten çekinmediniz. Sizin durumunuzda birçok oyuncu var ama susuyorlar. Başka yapımcılar sizin bu tutumunuzdan çekinip size rol vermeyebilirler. Meslek hayatımda ilk defa böyle bir şey yaşıyorum bütün yapımcıları aynı kefeye koyamayız. Bugün çok başarılı işler izliyoruz. her ne kadar kısa süreli olanları da olsa… Ve dizi yapmaya devam edeceğim. Eğer sette çalışan ışıkçısının, yönetmeninin, çaycısının, kostümcüsünün, kuaförünün, makyözünün, görüntü yönetmeninin emeğinin karşılığını ödemeyecekse orada yapımcılık yok başka bir şey var zaten. Ama işte benim gibi ses çıkarsan da olmuyor, çıkarmasan da olmuyor...
Hangi oyuncuyla konuşsak dizilerdeki bu durumlardan dertli… Ama para da oradan geldiği için tepki gösteremiyorlar. Bir çıkışsızlık durumu var... Öyle gerçekten. Bu bir geçiş dönemi fakat bugün dizilerimizin dünyanın birçok ülkesinde takip edilir olduğunu ve konuşulduğunu göz ardı edemeyiz… Ben de iyi anlatılan bir hikayede olmak istiyorum.
Sinemadan kazanamıyorsunuz... Kazananamamak kısmı değil, o çok sonradan gelen bir şey. İyi bir filmin size yaşattığı duygu hiçbir maddi değerle ölçülemez. Yani Gülcan’ın bana kazandırdıklarını hiçbir maddi değerle ölçemem. Ama televizyonda da işini iyi yapman gerekiyor, sadece para kazanmak için bir işe giremezsin. Çünkü oyunculuk duygularınla, kendinden verdiğin bir şey... İnanmadığın bir şeyde oynarsan sömürürsün kendini. Bu mesleğe de saygısızlıktır. Ölürsün abi... Düşünsene inanmadığın bir şeyi 36 bölüm boyunca yaptığını. Bunu düşünmek bile istemiyorum.
Oluşturulma Tarihi: 24 Kasım 2014, Pazartesi 18:16